COVID-19 salgını dünyadaki tüm ülkeler için sağlık sistemlerinin önemli bir sınav verdiği dönem oldu. Salgının en yoğun döneminde birçok gelişmiş ülke sağlık kapasitesinin yetersizliği ve salgın yönetimindeki eksiklikler nedeniyle COVID-19 ile mücadelede etkin olamadı. OECD, kuruluş üyeleri ve gelişmekte olan ülkelerin nüfus sağlığı ve sağlık sistemi hakkında kapsamlı göstergeleri derleyerek her yıl sağlık istatistikleri bülteni yayımlıyor. OECD Sağlık İstatistikleri 2021 raporu da seçili ülkelerde sağlık göstergelerinin durumuyla ilgili başta Türkiye olmak üzere önemli veriler sunuyor. 

OECD Ülkeleri Arasında Sigara Kullanım Oranı En Yüksek Ülke Türkiye

Sigara; kanser, kalp krizi, felç ve kronik akciğer rahatsızlıkları gibi birçok hastalığın önde gelen nedeni olarak biliniyor. Dünya Sağlık Örgütü tütün kullanımı nedeniyle dünyada her yıl yaklaşık 8 milyon insanın hayatını kaybettiğini bildiriyor. Bu ölümlerin 1,2 milyondan fazlası pasif içicilikten kaynaklanıyor. OECD ülkeleri genelinde 15 yaş ve üzeri kişilerin %16,5’i her gün tütün içiyor. OECD ülkeleri arasında her gün tütün kullanım oranı en yüksek olan ülke %28 ile Türkiye. Her gün sigara kullanımı en düşük olan ülke ise %4,2 ile Kosta Rika. 
OECD ülkelerinde son on yılda sigara içme oranları karşılaştırıldığında 2009’da %21,3 iken, bu oran 2019’da  %16,5 oldu. Oranlar; Norveç, İrlanda, Estonya, Güney Kore, Macaristan, Slovenya, İsviçre, Çin, Hindistan ve Güney Afrika’da düşerken Türkiye ve Endonezya’da her gün sigara kullanım oranı arttı. 
COVID-19’un sigara içme alışkanlıkları üzerindeki etkisi nüfus grubuna bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Yeni Zelanda’da karantina dönemlerinde bazı sigara içenler karantina öncesi rakamlara kıyasla daha fazla sigara tükettiler. Bu artışın nedeni stres, yalnızlık, can sıkıntısı ve izolasyonla başa çıkabilmek olarak yorumlanabilir. Öte yandan Fransa ve Japonya gibi ülkelerde yaşlı nüfusta sigara kullanımı azalma gösterdi. Bu durum da sigara kullanımının, kişinin virüsle enfekte olması durumunda daha kötü sağlık sonuçlarından sebebiyet vereceği ihtimalinden korkması ile yorumlanabilir. 

Dünyada Obezite Oranları Artıyor

Obezite; diyabet, kalp rahatsızlıkları ve bazı kanser çeşitleri dahil olmak üzere bulaşıcı olmayan hastalıklar için önemli bir risk faktörü oluşturuyor. Yüksek kalorili gıdalar, trans yağlar ve doymuş yağların tüketimi, hareketsiz yaşam tarzları küresel obezite oranlarının artışına sebep oluyor. Yüksek vücut kitle endeksinin dünya çapında yaklaşık 5 milyon ölümden sorumlu olduğu tahmin ediliyor. 
Sağlık ve tıbbi koşulların yanı sıra obezitenin sosyo-ekonomik etkileri de bulunuyor. Gelir seviyesi düşük kadın ve erkeklerin obez olma riski daha fazla. Aşırı kilo nedeniyle kronik rahatsızlığı olan bireylerin istihdam edilme olasılığı daha düşük. 
Vücut kitle endeksi verilerine sahip 20 OECD ülkesinde 2019 yılında ortalama olarak yetişkinlerin %60’ının fazla kilolu ya da obez olduğunu görülüyor. Meksika, Şili ve Amerika Birleşik Devletleri’nde obezite oranı %70’i geçti. Japonya ve Güney Kore’de ise yetişkinlerin %35’inden daha azı aşırı kilolu ya da obez. Şili, Letonya, Meksika ve Türkiye dışında çoğu ülkede erkeklerin obez olma olasılığı kadınlardan daha yüksek. Aşırı kilo ya da obezite oranları, oranların geçmişe kıyasla görece daha düşük olduğu ülkelerde dahil olmak üzere arttı. 

Eğitim Seviyesi Arttıkça Alkol Tüketimi Artıyor

Yüksek oranda alkol kullanımı; kalp rahatsızlıkları, felç, siroz ve bazı kanser türleri için risk faktörü oluşturuyor. Düşük ve orta düzeyde alkol tüketimi de uzun vadede farklı hastalıklar için risk faktörü oluşturuyor. 
Alkol tüketimi hemen hemen tüm ülkelerde eğitim seviyesi yüksek kişilerde daha fazla. 25 OECD ülkesinde ortalama olarak, eğitim seviyesi yüksek kadınlar eğitim seviyesi düşük kadınlara kıyasla haftalık alkol tüketime olasılığı %82 daha fazla. Alkol tüketimi ve eğitim seviyesi arasındaki ilişki büyük ölçüde ekonomik olarak açıklanıyor. Alkol, eğitimli ve gelir seviyesi yüksek insanlar için daha uygun fiyatlı. Bununla birlikte, alkole bağlı zararlara bakıldığında sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan kişilerde zararlı alkol tüketimi daha yaygındır. 
Alkol satış verileri değerlendirildiğinde OECD ülkeleri genelinde ortalama alkol tüketimi 2009’da 9,1 litreden 2019’da 8,7 litreye düştü. Letonya 2019’da en yüksek alkol tüketimini bildirdi. Türkiye, İsrail, Kosta Rika, Kolombiya ve Meksika görece daha düşük alkol tüketim oranına sahip. 

OECD Ülkelerinde Doktor ve Hemşire Sayısı Artıyor

OECD ülkelerindeki doktor sayısı 2000 yılında yaklaşık 2,8 milyon, 2010 yılında 3,4 milyon ve 2019’da 4,1 milyona yükseldi. OECD ülkelerinde 2000 yılında her 1000 kişi başına düşen doktor sayısı 2,7 iken bu sayı 2019’da 3,6’ya yükseldi. OECD ülkelerinde son yirmi yılda artan doktor sayısı öğretim programlarından mezun olan öğrenci sayısındaki artıştan kaynaklanıyor. Doktor sayısındaki azlık ve tıbbi işgücünün yaşlanmasına yönelik endişeler birçok OECD ülkesindeki tıp eğitim programlarındaki öğrenci sayısını arttırmaya teşvik etti. Bazı ülkelerde yabancı eğitimli doktorların göçü de büyümeye katkı sağladı. 
2000 ile 2019 yılları arasında kişi başına düşen hemşire sayısı neredeyse tüm OECD ülkelerinde arttı. 2000 yılında her 1000 kişi başına düşen hemşire sayısı 7 iken, bu sayı 2019’da 8,8’e yükseldi. COVID-19 salgını boyunca da hemşirelerin istihdamında talep oluştu.

Türkiye’de Her 1000 Yenidoğan Bebekten 9’u Yaşamını Yitiriyor

Yetersiz yaşam koşulları, aşırı yoksulluk ve sosyo-ekonomik faktörler anne ve yeni doğan bebeklerin sağlığını etkiliyor. Yaşamın ilk yılındaki ölümlerin üçte ikisi ilk otuz günde meydana geliyor. İlk otuz günde meydana gelen bebek ölümlerinin en önemli sebepleri; ani bebek ölümü, doğum kusurları, enfeksiyonlar ve kazalardan kaynaklanıyor. 
Bebek ölüm oranları çoğu OECD ülkesinde düşük olmasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri, Şili, Kosta Rika, Türkiye, Meksika ve Kolombiya’da her bin canlı bebek doğumundan en az beş ölüm bildirildi. Bebek ölümlerinden 2000 yılından bu yana azalma görülüyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri etkili sağlık sistemlerinin özellikle yenidoğan döneminde yaşamı tehdit eden sorunları ele alarak bebek ölümlerini büyük ölçüde azaltabilmesi.