Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, küresel dengeleri altüst eden politika değişiklikleriyle devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en güçlü ittifaklardan biri olarak görülen ABD-AB ortaklığı, Trump’ın ulusal çıkarları önceleyen ve küresel entegrasyona mesafeli yaklaşımı nedeniyle zayıflama sürecine girdi. Bu durum, Avrupa’daki liberal hegemonyayı sarsarken, özellikle göçmen krizleri ve ekonomik belirsizlikler nedeniyle siyasi istikrarsızlık yaşayan ülkelerde iç politika dinamiklerini daha kritik hale getiriyor.
Avrupa’da merkez siyasetin çöküşü uzun yıllardır tartışılan bir olgu. 2008 Küresel Finans Krizi, geleneksel merkez sağ ve merkez sol partilere duyulan güveni büyük ölçüde sarsarken, işsizlik oranlarının artması ve sosyal devlet politikalarının zayıflaması seçmenleri alternatif arayışlara yöneltmişti. 2015’teki mülteci krizi ise bu süreci daha da hızlandırdı. Merkez siyasetin gerilemesi yalnızca aşırı sağın yükselişine değil, aynı zamanda merkez partilerin söylem ve politikalarını değiştirmesine de yol açıyor. Trump’ın başkanlığı sürecinde uygulayacağı politikaların bu trendi nereye taşıyacağı ise merak konusu.
Almanya: AfD’nin Yükselişi
Trump sonrası küresel siyasette en önemli seçimlerden biri, 23 Şubat’ta Almanya’da gerçekleşti. X platformunun sahibi Elon Musk’ın açıkça destek verdiği ve kampanyasına katıldığı aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi, oy oranını ikiye katlayarak ülkenin en büyük ikinci partisi konumuna yükseldi. Seçimden birinci çıkan merkez sağ CDU/CSU, Friedrich Merz liderliğinde göç politikalarında daha sert bir tutum benimseyerek oyların %28,5’ini aldı ve parlamentoda 208 sandalye kazandı. AfD ise 152 sandalye ile güçlü bir muhalefet partisi haline geldi. SPD, Yeşiller ve Sol Parti gibi daha sol eğilimli partilerin toplam sandalye sayısı ise 269 oldu.
AfD’nin yeni hükümette doğrudan iktidar ortağı olması düşük bir ihtimal olarak görülse de, oy oranlarını ciddi ölçüde artırması Almanya’da dengelerin değişebileceğinin sinyallerini veriyor. Ayrıca, CDU/CSU’nun iltica yasasında değişiklik yapmayı vaat etmesi ve bu süreçte AfD’nin desteğini alma olasılığı, yalnızca aşırı sağın güçlenmesiyle değil, merkez sağın da bu yükselişten etkilenerek politikalarını radikalleştirmesiyle sonuçlanabilir.
Birleşik Krallık: Farage ve Reform UK
Aşırı sağ söylemleriyle bilinen Nigel Farage liderliğindeki Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasında oldukça etkili olmuştu. Süreçte Brexit Party ismiyle yeni bir siyasi oluşum kuran Farage, ülkesinin AB’den ayrılması üzerine Reform UK adıyla Birleşik Krallık’ta aşırı sağın merkezi konumuna geldi.
2019 genel seçimlerinde geçerli oyların %2’sini alan Reform UK, 2024 genel seçimlerinde oy oranını 7 katına çıkararak %14,3 oy oranıyla İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti’nin ardından üçüncü sırada yerini aldı. Ancak Reform UK, dar bölge seçim sistemi nedeniyle aralarında Farage’ın da parlamentoda ilk kez yer aldığı 5 milletvekiliyle temsil ediliyor.
Fransa: Le Pen ve Ulusal Birlik
AB’nin kurucu devletlerinden Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Birlik (Rassemblement National - RN) partisi, göçmen karşıtlığı söylemleriyle dikkat çekiyor. Antisemitizm, kürtaj ve idam cezası gibi konularda öne çıkan Ulusal Cephe, 2018 yılında isim değişikliği ile birlikte söz konusu konulardaki politikalarından da vazgeçerek Ulusal Birlik adını almıştı.
2022 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önceki yıllardaki gibi adaylığını ilan eden Le Pen, Emmanuel Macron ile beraber ikinci tura kalmıştı. Le Pen, ikinci turda yine Macron’a kaybetse de %41,5 oy oranına ulaşmasını “açık bir zafer” olarak nitelendirdi. 2022 yılı parlamento seçimlerinde %17,3 seviyesinde kalan Ulusal Birlik ise 89 sandalye ile Fransa Ulusal Meclisi’nde yerini aldı.
2024’te Macron’un erken seçim kararı almasının ardından gerçekleşen ulusal seçimlerinde Ulusal Cephe, oy oranını iki kattan fazla artırarak %37,1 seviyesine çıkardı. Seçimlerden 3. parti olarak çıkan Ulusal Birlik, 142 milletvekili ile Fransa parlamentosunda temsil ediliyor.
İspanya’da Vox, Portekiz’de Chega
2013 yılında merkez sağ Halk Partisi’nden (PP) ayrılarak kurulan Vox, Avrupa’da yükselen sağ popülist dalganın etkisiyle İspanya siyasetinde kendine sağlam bir yer edindi. Göçmen karşıtlığı, merkeziyetçiliği savunması ve LGBT haklarına yönelik sert tutumuyla öne çıkan parti, 2019 seçimlerinde %15 oy alarak 52 milletvekiliyle parlamentonun üçüncü büyük partisi haline geldi.
Vox’un yükselişi, Katalonya’daki bağımsızlık hareketi, yüksek işsizlik oranları ve hükümetin koalisyon kuramaması gibi iç siyasi krizlerle desteklendi. Ancak, 2023 seçimlerinde oy oranı %12,4’e gerileyerek 33 milletvekili kazandı. Buna rağmen, muhafazakar partilerle yaptığı ittifaklarla sağ bloktaki konumunu korumayı başardı. Son anketler, Vox’un oy oranının %13 seviyesine çıkarak yeniden yükseliş trendine girdiğini gösteriyor.
Yarımadanın diğer ülkesi Portekiz uzun süre Avrupa’daki sağ popülist dalgalara direnç göstermesiyle öne çıkan bir ülke. Fakat 2018 yılında ülkenin merkez sağ partisinden ayrılan André Ventura tarafından kurulan Chega, 2024 seçimlerinde %18 oy aldı ve 50 milletvekiliyle ülkenin en güçlü üçüncü partisi konumuna geldi. Parti, özellikle ekonomik sorunlar, göç politikaları ve geleneksel partilere duyulan hoşnutsuzluk üzerinden tabanını genişletmeye devam ediyor.
İtalya: Merkezin En Erken Çöktüğü Ülke
Avrupa’nın en istikrarsız siyasi iklimine sahip İtalya’da merkez siyasetin güç kaybı 1990’ların sonundan bu yana görünür olan bir olgu. Geleneksel olarak merkez sağ ve merkez sol partilerin oluşturduğu ittifaklar sistemiyle yönetilen İtalyan siyasetinde, 2018 seçimleri bir kırılma noktası oldu. Bu seçimlerde herhangi bir ittifaka dahil olmayan Beş Yıldız Hareketi (M5S), parti bazında en çok oy alan siyasi oluşum haline geldi. Merkez siyasetin zayıflamasıyla sağ ittifakta sağın uç skalasında konumlanan partiler kendini göstermeye başladı. Bu dönüşümün en büyük yansıması, 2022 seçimlerinde %26 oy alarak birinci parti konumuna yükselen ve Giorgia Meloni’yi başbakanlığa taşıyan Fratelli d’Italia (FdI) oldu. 2013 seçimlerinde yaklaşık %2 oy alabilen parti 10 yıl gibi kısa bir sürede İtalyan siyasetinin en güçlü partisi haline geldi.
FdI, kökenleri İtalya’daki faşist siyasi gelenekle ilişkilendirilse de, günümüzde kendisini Avrupa şüpheciliği temelinde konumlandıran muhafazakar bir parti olarak tanımlıyor. Meloni liderliğindeki hükümet, sağ ittifakın diğer iki büyük partisi olan Matteo Salvini’nin yönettiği Lega ve Silvio Berlusconi tarafından kurulan, Berlusconi’nin ölümünden sonra Antonio Tajani liderliğinde devam eden Forza Italia (FI) ile birlikte yönetiliyor.
Diğer Avrupa Ülkeleri Ne Durumda?
Avrupa’nın köklü demokrasilerinde aşırı sağın yükselişi dikkat çekerken, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde de bu eğilim giderek güçleniyor. Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), 2023 seçimlerinde 8 yıllık iktidarını kaybetmesine rağmen %35 oy alarak önemli bir siyasi aktör olmaya devam etti. Macaristan’da Viktor Orbán liderliğindeki Fidesz, güçlü konumunu koruyarak AB entegrasyonuna mesafeli, milliyetçi politikalarını sürdürüyor. Romanya’da, 2019’da kurulan aşırı sağcı AUR partisi, özellikle genç seçmenler arasında hızla popülerleşti ve 2024 seçimlerinde %18 oy alarak ülkenin ikinci büyük partisi haline geldi. Slovakya’da ise Robert Fico’nun Smer-SD partisi, aşırı sağ söylemleri kullanarak 2023 seçimlerini kazandı ve hükümeti kurdu. Hollanda’da İslam karşıtı söylemleriyle bilinen Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV), 2023 seçimlerinden birinci parti olarak çıktı ve üç merkez sağ partiyle koalisyon kurdu.
Aşırı sağın yükselişi Avrupa genelinde ekonomik krizler, göç politikaları, AB karşıtlığı ve İslamofobi gibi unsurlarla ilişkilendiriliyor. Ancak bu süreç sadece aşırı sağ partilerin güç kazanmasıyla sınırlı değil; aynı zamanda merkez sağ partilerin de aşırı sağ söylemleri giderek daha fazla benimsemesi dikkat çekiyor. Bu eğilim, aşırı sağ, popülist sağ ve genel olarak popülizm kavramlarının yeniden tanımlandığı bir dönemi beraberinde getiriyor. “Kale Avrupası” olarak adlandırılan yeni siyasi anlayış, yalnızca aşırı sağ partilerin yükselişini değil, aynı zamanda bu ideolojilerin ana akım siyaset içinde meşruiyet kazanmasını da sağlıyor.