Yazar:
Gül Hür
Diller, insanlık tarihinin en büyük miraslarından biri. Fakat her geçen gün bazıları sessizliğe gömülüyor. Dilsel çeşitliliği ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan dilleri hatırlamak için her yıl 21 Şubat günü Dünya Anadili Günü olarak kutlanıyor. Bu özel günün kökeni aslında 1952 yılında Bangladeş’te yaşanan bir trajediye dayanıyor. Bengalce’nin resmi dil olarak tanınmasını isteyen öğrenciler, Dakka’da düzenledikleri protestoda polis kurşunlarıyla hayatlarını kaybetti. Yıllar sonra, 1999’da UNESCO bu tarihi, dil hakları ve kültürel çeşitliliğe dikkat çekmek amacıyla Dünya Anadili Günü ilan etti. Bugün, sadece bir anma günü değil; aynı zamanda dillerin korunması ve yaşatılması için bir çağrı niteliğinde. 
Ethnologue'un Şubat 2025'te yayımlanan 28. baskısına göre, dünya genelinde şu anda 7.159 yaşayan dil bulunuyor. Bu sayı, devam eden dilbilimsel araştırmalar ve dillerin dinamik yapısı nedeniyle sürekli değişiyor. Bu dillerin yaklaşık %44'ü tehlike altında olarak sınıflandırılmış ve çoğu dilin 1.000’den az konuşanı vardır. Hatta Birleşmiş Milletler’in açıkladığına göre her iki haftada bir dil, onu konuşan son kişiyle birlikte tarihe karışıyor. Buna karşılık, dünya çapında en yaygın konuşulan 20 dil, 3,6 milyardan fazla insanın ana dili olarak öne çıkıyor. Bu da dillerin kullanımında büyük bir eşitsizlik olduğunu gösteriyor. 
Küreselleşme, zorunlu göçler ve eğitim sistemlerinde belirli dillerin ön planda tutulması, dillerin kaybolma sürecini hızlandıran faktörler arasında. En fazla dil çeşitliliğine sahip bölgeler Amazon Ormanları, Papua Yeni Gine ve Sahra Altı Afrika gibi coğrafyalar olmasına rağmen buradaki yerli dillerin çoğu giderek daha az kişi tarafından konuşuluyor. Bu durum, sadece dillerin değil, o dillerle taşınan kültürel hafızanın da yok olması anlamına geliyor.
Türkiye’de Tehlike Altındaki Diller
Türkiye’de de durum dünyadakine paralel şekilde ilerliyor. Farklı etnik ve kültürel toplulukların yaşadığı bir ülke olarak Türkiye’de konuşulan 30’dan fazla dil var. Ancak bunlardan 18’i UNESCO tarafından "tehlike altında" olarak sınıflandırılıyor. Bu dillerden biri olan Ubıhça, 1992 yılında son ana dili konuşan kişinin ölümüyle tamamen kayboldu. Kapadokya Yunancası ve Mlahso gibi diller de artık yok olmuş diller listesinde yer alıyor. Hâlâ konuşulmaya devam eden ama risk altında olan diller arasında Lazca, Hemşince, Abazaca ve Süryanice bulunuyor. Özellikle gençler arasında bu dillerin konuşulma oranı gittikçe azalıyor. 
Dil kaybı sadece bir iletişim aracının yok olması anlamına gelmiyor. Bir dil kaybolduğunda, onunla birlikte hikâyeler, atasözleri, gelenekler ve o dile özgü düşünme biçimleri de tarihe karışıyor. Türkiye’de bazı sivil toplum kuruluşları ve akademik çalışmalar bu dillerin belgelenmesi ve yaşatılması için çaba harcıyor.
Kaybolan Dillere Yeni Yaklaşımlar 
Dil kaybının önünü almak için yeni teknolojiler ve topluluk odaklı yaklaşımlar giderek daha fazla öne çıkıyor. Yapay zeka destekli dil belgelenme projeleri, sosyal medya kampanyaları ve yerel topluluklarla iş birliği yapan eğitim programları, tehlike altındaki dillerin canlı tutulması için umut verici adımlar sunuyor. 
İngilizce gibi baskın dillerin dijital alanda yoğun şekilde kullanılması, birçok yerel dili marjinalleştiriyor. Bu dijital bölünme, genç nesillerin ekonomik ve sosyal nedenlerle küresel dilleri tercih etmesine neden oluyor ve azınlık dillerinin kullanımını daha da azaltıyor.
Yapay zeka, tehlike altındaki dillerin belgelenmesi ve canlandırılmasında kritik bir rol oynuyor. Google'ın Woolaroo projesi gibi platformlar, nadir dillerin kaydedilmesini ve öğrenilmesini sağlıyor. IBM ve São Paulo Üniversitesi, Brezilya'daki yerli dillerden Nheengatu'yu korumak için yapay zeka destekli çeviri sistemleri geliştirdi. Araştırmacılar, tehlike altındaki Nheengatu dilini korumak için, İngilizce ve Portekizce ile çeviri yapabilen yapay zeka destekli bir yazma asistanı geliştirdi. IBM ve ortakları, bu araçları açık kaynaklı hale getirerek yerli toplulukların dillerini koruma sürecinde daha fazla kontrol sahibi olmasını amaçlıyor. Yapay zeka destekli dil modelleri, yalnızca dili konuşan kişiler için değil, aynı zamanda yeni öğrenenler için de büyük bir fırsat sağlıyor. Örneğin, Google’ın yapay zeka projeleri, kaybolma riski taşıyan dillerin ses ve metin verilerini analiz ederek bunları koruma altına almayı hedefliyor. 
Öte yandan, Otomatik Konuşma Tanıma (Automatic Speech Recognition - ASR) teknolojisi, dillerin korunmasında bir diğer kritik gelişme olarak öne çıkıyor. Yeni Zelanda’daki Te Hiku Media, Māori dili için ASR tabanlı bir model geliştirerek %92 doğruluk oranına ulaştı. Bu tür teknolojiler, özellikle sözlü geleneklere dayalı diller için büyük önem taşıyor. Ses kayıtlarının doğru şekilde metne dökülmesi, dili belgelemeyi ve öğretmeyi kolaylaştırıyor. Ayrıca, günlük hayatta bu dillerin daha yaygın şekilde kullanılmasını teşvik ediyor.
Dil belgelenmesi sürecinde, toplulukların doğrudan sürece dahil edilmesi giderek daha fazla önem kazanıyor. Örneğin Polonya’daki projeler, ana dilini konuşan bireyleri aktif olarak sürece dahil ederek belgelenen bilgilerin kültürel bağlamını korumaya özen gösteriyor. Bu katılımcı yaklaşım, yerel halkın dili sahiplenmesini sağlıyor ve belgeleme çalışmalarına olan güveni artırıyor. 
Sonuç olarak, modern teknolojilerin topluluk liderliğindeki girişimler ve destekleyici politikalarla birleştirilmesi, dünya genelindeki dil çeşitliliğinin korunmasına yönelik çok boyutlu bir yaklaşım sunuyor. Yapay zeka, otomatik konuşma tanıma sistemleri ve topluluk destekli belgelenme süreçleri, tehlike altındaki dillerin yaşatılmasında kritik bir rol oynuyor.