“Türkiye’de kadın olmak” günümüzde artık deyimleşti desek yeridir; herkes bu deyimin içini kendi içinden dökülenlerle dolduruyor. Kimi “kimsenin sana kadın dememesi” diyor buna, Türkiye’de kadın olmanın ağırlığını daha çok yaşayanlar ise “nefes alamamak” diye tanımlıyor. Kökleri belki ilkel toplumdaki toplumsal iş bölümüne dayanan bu kadın-erkek ayrımı, en gelişmiş toplumlarda dahi kanayan bir yara olmaya devam ediyor ancak biz toplum olarak üstümüze düşeni yapmakla mükellefiz.
Anayasanın Kadın Erkek Eşitliğine Bakışı 
Eşitlik ilkesini düzenleyen Anayasa’nın 10. Maddesine 2004’te yapılan değişiklikle “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” ifadesi eklendi. Esasen bu değişikliğe pek de gerek yoktu zira değişiklik öncesindeki maddede “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” ifadesi yer almaktaydı ancak anlaşılan, kanun koyucu bir kez daha kadın ve erkeğin eşitliğini, bu eşitliğin pratikte vücut bulmasının devletin görevi olduğunu daha “açık” bir dille vurgulamak istiyordu.
Yine de zaman zaman, hatta yakın tarihlerde sıklıkla, haberlerde genellikle hükümet kanadından gelen, “kadının nasıl olması/davranması” ile ilgili açıklamalar duyuyoruz. Gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir; feministler anneliği kabul etmezler." sözleri gerekse Bülent Arınç’ın “Nerede o yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğecek, gözünü bizden kaçırabilecek iffet sembolü haya sembolü kızlarımız?(…)Kadın ise o da iffetli olacak, mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacak.” cümleleri tabloyu gözler önüne sermeye yeterli.

Devlet büyüklerimizin bir nevi buyurdukları bu sözler kaç kişiyi yapmayı düşündükleri şeyler için yüreklendirmiş, teşvik etmiştir bilemeyiz ama “kadın” olarak nitelendirilmeyi bir iltifat olarak kabul ettiğimiz bu ülkede, sözlü tacize uğramadığımız bir günümüz dahi geçmezken, tecavüze uğradığımızda ne kadar “namuslu” davrandığımız alenen sorgulanıyorken ve bu hafifletici bir sebep sayılıyorken, nerede ne giyeceğimiz, ne kadar ve kiminle güleceğimiz bile bizim yerimize belirlenmişken dahi, biz kadınlar bunlara göğüs gerecek, bunlarla savaşacak kadar güçlü olduğumuzun farkındayız.
Tepkiler "Kadın yok, aile var!" Yaklaşımına 
Bu yüzden belki de 2011 değişikliğiyle Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlığın ismi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olunca pek çok kadın ve kadın örgütü eleştirel tutum sergiledi. “Kadın”la alakalı bir bakanlığın olması büyük bir kazanım ve ilerleme olarak görülürken, kadın hakları savunucularının çoğu, değişikliğin üzerine Erdoğan’ın "Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli." açıklamasına dayanarak kadının aile içindeki misyonundan bağımsız bir birey olduğunu belirtip, “Kadın yok, aile var!” yaklaşımını reddettiklerini ifade ettiler. İmzalar toplayıp, bakanlığın isminin değişmemesi için çabaladılar ancak sonuç vermedi.
Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) ile aile, çocuk, özürlü ve yaşlı hizmetleri ve sosyal yardımlar genel müdürlükleri ile şehit yakınları ve gaziler dairesi, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” altında toplandı. “Kadının Statüsü Uzmanlığı" kalkarak KSGM’de görev yapacak uzmanların adı Aile ve Sosyal Politikalar uzmanı oldu. Böylece üniversitelerde açılmış ve kadın politikaları konusunda uzman yetiştiren Kadın Çalışmaları Bölümleri ve Merkezleri de yara aldı. Valilikler bünyesindeki kadın çalışmalarını organize eden Kadının Statüsü Birimleri, İl Özel İdarelerine bağlandı. Kadınlar tarafından değişikliklere yöneltilen eleştiriler, zaten ağır aksak işleyen "mevcut eşitlik ve sosyal destek mekanizmalarını" etkisiz hale getireceği üzerine dayanıyordu.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kendi sitesine baktığımızda da bakanlığın birçok müdürlük ve başkanlıktan meydana geldiğini görüyoruz ancak Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kısmında projeler ve faaliyetlerle alakalı kamuya açık pek fazla veriye ulaşmak mümkün değil. Bakanlığın, kalkınmayı aile temelinde kurgulayan çalışmaları bulunuyor ancak kadınların ekonomik ve sosyal anlamda güçlendirilmesi perspektifini temel hedef haline getirmek bir “söylem” olarak varlığını sürdürse de, aslında “ailenin güçlendirilmesi ve sürdürülmesi” temelli çalışmaların ön plana çıktığı yadsınamaz bir gerçek.
Dünya’nın birçok yerinde farklı adlarda ancak hemen hemen aynı amaçlarda bakanlıklara rastlamak mümkün. Almanya’nın ilgili bakanlığının isminde (Federal Ministry For Family Affairs, Senior Citizens, Women and Youth) aile, yaşlı, kadın ve çocuk vurgusu var. Fransa’ya bakacak olursak yine ilgili bakanlığın ismi Ministry of Social Affairs, Health and Women Rights. Dolayısıyla bakanlık sosyal politikaları, sağlığı ve kadın haklarını kapsıyor. İngiltere, İtalya ve İspanya’ya baktığımızda ise bakanlıkların isimlerinde “kadın” veyahut “aile” vurgusu yok.
Kadına Yönelik Tartışmalı İfadeler İçeren "Sorunlu Aileler" Kitapçığı 
Mevzunun derinine indiğimizde, bakanlığın isminden ziyade bakanlıkla ilgili söz sahibi olan insanların söylemlerinden duyulan bir rahatsızlık olduğunu anlamak çok da zor değil. Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2007-2011 dönemini kapsayan stratejik raporu, ilgili birimin kadına ve aileye bakışını gözler önüne seriyor. "Ailenin korunması fikrinin, her şeyden önce Medeni Kanun anlamında, evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak olduğu şüphesizdir." deniliyor. Devletin aileyi koruması ilkesinden yola çıkılarak yapılan araştırmada, kadınların iş gücüne katılım oranının artmasının ve annelerin ilk doğum yapma yaşlarının yükselmesinin de ailenin bütünlüğü için bir tehdit olduğu belirtiliyor. Aile yaşam düzenininin karşı cinsler arasında gerçekleşen bir evlilik birlikteliği olduğunun belirtildiği raporda, eşcinsel ilişkilerin yaygınlaşması da aileyi tehdit eden tehlikelerden biri olarak gösteriliyor. Tüm bu düşünceler aslında şu anda kadın şiddetinin fazlalığı, kadın cinayetlerinin artışı, kadın istihdamının artamaması hakkında bizlere fikir veriyor.

Benzer fikirleri 2011’de Fatma Şahin’in bakanlığın başında olduğu vakitlerde de görebilmek mümkün, her ne kadar sonrasında Şahin yazılanları kaldırtıp "Erkeklerdeki ataerkil, geleneksel bakış açısını değiştirmemiz lazım.” minvalinde açıklamalar yaptıysa da, o yıl bakanlığın kendi sitesinde "Kurum Yayınları" bölümünde yayınlanan “Sorunlu Aileler” kitapçığının yazarı Prof.Dr.Kemal Çakmaklı ve yazdıkları hafızalardan silinecek gibi gözükmüyor.
“Eğitim” kitapçığından alıntılar şu şekilde:
Bu gibi, kadınlık onurunu zedeleyen düşünceler karşısında sesimiz çıktığınca bağırmak, gücümüz yettiğince karşı gelmek hem kendimize hem de geleceğimize birer borç.

Aşağıda bakanlığın resmi araştırmasına göz atacak olursak tablonun vahimliğini ve niçin bu mücadeleyi vermek zorunda olduğumuzu daha iyi kavramış olacağız.
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması (2014)’na göre:

Bütün bu verilere ek olarak, Doğruluk Payı’nın önceki zamanlarda analiz edilen, “kadınlar” ile alakalı araştırmaları mevcut, durumu daha iyi anlayabilmek için ek kaynak olarak başvurulabilir.
İlk iddia Gürkut Acar’ın “Kadınlar erkeklerle aynı işi yapıyor ama yüzde yirmi eksik ücret alıyor.” iddiası idi. Bu iddianın incelenmesi sonucunda Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı Küresel Cinsiyet Ayrımı Raporu’nda Türkiye 142 ülke arasından 132. sırada bulunuyor. Yine aynı rapora göre, Türkiye’de kadınlar erkeklerin %62’si kadar kazanıyor.
İkinci iddia ise Hilal Dokuzcan’ın “Türkiye’de kadın istihdam oranı yüzde 26 civarındadır, aynı oran gelişmiş ülkelerde yüzde 60’ın üstündedir.” Verilere bakıldığında gerçekten de Türkiye’nin 2014 yılındaki kadın istihdamı %26,8’dir. 1992 yılındaki kadın istihdamı oranıyla 2013 yılındaki oranı kıyasladığımızda ise Almanya %14,5 Fransa %9,3 İtalya %11,3 İspanya %19,3’lük bir pozitif değişim gösterirken, Türkiye 1992’de %30,2’lik kadın istihdamını 2013 yılında %27,1’e düşürmüştür.
Son iki analiz olayın ekonomik boyutunu yansıtsa da uluslararası kriterlere göre (örneğin World Gender Gap raporu) Türkiye cinsiyet eşitsizliğinde, eğitime erişim ve siyasete katılımında da listenin alt sıralarında kendine yer bulabiliyor.
Devlet politikalarının, önlemede -şu haliyle- yetersiz kaldığı kadına şiddet ve kadın cinayetleri konularının üstüne bıkıp usanmadan gidilmesi gerekiyor. İşte bu noktada görev her ne kadar adından “kadın” çıkarılmış da olsa Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, söylemleriyle tüm halka nüfuz edeceklerini unutmadan bu konuya çözüm odaklı yaklaşmaları gereken bakan ve milletvekillerine düşüyor. Sıkı takibini yapmak da elbette biz vatandaşlara, kadın erkek fark etmeksizin.
Aybike Bulut aybikebulut@ortakgelecek.org
Kaynaklar:
JINHA: "Makul kadın olmayacağız."
Sözcü: "Kadınlar sokak ortasında kahkaha atmayacak."
T24: Dünya medyası, Erdoğan'ın 'kadın ve erkek eşit değildir' sözlerini nasıl yorumladı?
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi
Kadın Hareketi Derneği
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
Birgün Haberi
Bianet Haberi
Kadının Statüsü: Özet İstatistikler