"Koronavirüsüm var. Şimdiye kadar o kadar da kötü değil."
Bu metin, Diamond Princess isimli yolcu gemisinde koronavirüse yakalanan Carl Goldman’ın 29 Şubat 2020 tarihinde Washington Post’ta yayımlanan makalesinin çevirisidir.

Bu metin, Diamond Princess isimli yolcu gemisinde koronavirüse yakalanan Carl Goldman’ın 29 Şubat 2020 tarihinde Washington Post’ta yayımlanan makalesinin çevirisidir.

Koronavirüsüm var ve bu benim için o kadar da kötü değil.
60’larımın sonundayım ve birkaç yıl önce bronşit olduğumda daha önce hiç olmadığım kadar hasta olmuştum. Bu, beni birkaç gün yere sermişti. Şu ankiyse çok daha kolay: Titreme yok, vücut ağrıları yok. Kolay nefes alıyorum ve tıkalı bir burnum yok. Göğsümde bir baskı/tıkanıklık hissediyorum ve öksürük nöbetlerim var. Eğer evde benzer semptomlarla olsaydım muhtemelen her zamanki gibi işe giderdim.
Koronavirüse; Japonya’nın Yokohama Limanı dışında 14 gün kadar karantinaya alınan yolcu gemisi Diamond Princess’te, eşim Jeri ile çıktığımız 16 günlük deniz seyahatinin bitiminde yakalandım.
"Koronavirüsüm var. Şimdiye kadar o kadar da kötü değil."

Birkaç hafta önce gemiden ayrılırken kendimi iyi hissediyordum. Karantinamız boyunca ateşimizi kontrol ettik ve Jeri ile ben virüs için swab (sürüntü) testi yaptık. Ateşimiz normaldi ve swab testimizin sonuçlarını 48 saat içinde alacaktık. Ancak iki ABD hükümeti uçağının bizi beklediği havaalanına gitmek için otobüse bindiğimizde, test sonuçlarımız henüz gelmemişti.
Tokyo’dan havalandığımızda biraz öksürüğüm vardı ama bunu kabindeki kuru havaya bağladım. Kendimi oldukça yorgun hissediyordum. –Ama bizim durumumuzda kim hissetmezdi ki? Uyuyakaldım.
Uyandığımda ateşim vardı. Hava Kuvvetleri personelinin plastik levhalarla kuşatarak bir karantina alanı kurduğu kargo uçağının arka tarafına geçtim.
Ateşimi ölçtüler. 39 derecenin üzerindeydi. Bu nedenle karantina bölgesinde oturdum ve Kaliforniya’daki Travis Hava Kuvvetleri Üssü’ne inene kadar tekrar uykuya daldım.
ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nden (CDC) yetkililer uçağa geldiler ve kontrol altına alınan üçümüzün Omaha’ya uçacağımızı söylediler. (Eğer gelmek isterlerse eşlerimizle birlikte)
Nebraska Üniversitesi’nin hastanesinde CDC’nin karantina alanı vardı. 17 Şubat’ta acil servis araç filosu ve polis araçlarıyla karşılanarak oraya vardık. Yetkililer beni bir sedyeye koyup bir ambulansa götürdüler, bu da çok dramatik bir sahne yarattı. Halsizliğime rağmen kendim kolayca yürüyebilirdim.
Hastane kampüsünde bir biyolojik izolasyon birimine konuldum. Mekân, koridora bakan iki çift camlı pencere ve geniş, ağır ve izole edilmiş bir kapı ile kapatılmıştı.
İki tane kamera beni her zaman izledi; bir dizi bilgisayar monitörü, mikrofonlarla donatıldı. Böylece sağlık personeli ve ben, salonun merkez komutanlığında CDC yetkilileriyle iletişime geçebildik. Oda en son 2014 yılında Ebola salgını sırasında kullanılmıştı.
Bir doktor ve hemşireler, vakamı benimle birlikte yeniden inceledi ve bir sürü laboratuvar testi yaptılar. İzole bantlarla kapatılmış ve hava sirkülasyonuna yardımcı olan motorlarla donatılmış, tehlikeli maddelerden korunmak için giyilen özel ağır hizmet giysileri giyiyorlardı. Bu haliyle “Andromeda Esrarı” isimli filmden çıkmışa benziyorlardı.
"Koronavirüsüm var. Şimdiye kadar o kadar da kötü değil."

Birkaç saat sonra testler geldiğinde, koronavirüsüm olduğunu öğrendiğime şaşırmadım. Daha sonra Tokyo swabı, sonucu doğruladı. Gemiden ayrılmadan önce virüsü kapmıştım.
Bu beni çok korkutmadı. Sıramın geldiğini biliyordum. Bunu şu şekilde görüyordum: Virüse sahip olmasam bile en az 14 gün daha karantinada mahsur kalacaktım. Arkadaşlarımdan biri de dahil olmak üzere çok sayıda yolcu bu hastalığa yakalanmıştı, benim de yakalanmış olabileceğim fikrine bir şekilde kapılmıştım.
Ancak eşimin testi negatif çıktı ve birkaç blok ötede bulunan ayrı bir tesisteki karantinaya yollandı. Gemide birlikte kapalı tutulduğumuz o günlerden sonra, bence ikimiz de yalnız geçirdiğimiz bu zamandan hoşlandık; hala telefonlarımız üzerinden iletişim de kurabiliyorduk.
İlk birkaç gün boyunca hastane personeli genellikle tedbir olarak bana damar yolu açtı ve sadece bol miktarda vitamin aldığımdan emin olmak amacıyla magnezyum ve potasyum vermek için bu damar yolunu kullandılar.
Bunun dışında tedavim, sanki galon galon Gatorade (dehidrasyonu engellemek için içilen Pepsi markasına bağlı bir içecek) içmişim gibi hissettiren bir şeyden oluşuyordu ve ateşim 38 derecenin üzerine çıktığında biraz ibuprofen isminde bir ilacı kapsıyordu.
Hemşireler vitallerimi kontrol etmek, herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sormak ve kan almak için her dört saatte bir odaya geldiler. Oksijen satürasyonumu, kan basıncımı ve kalp atım hızımı ölçen monitörleri çıkartmada oldukça basarılı bir duruma geldim. Bu sayede tuvalete gidebildim ya da kan dolaşımımı hızlandırmak için odanın etrafında biraz yürüyebildim. Hiçbir zaman karmakarışık bir dağınıklık yaratmadan onları geri bağlamanın usulünü tamamen öğrenemedim. 10 gün sonra, biyolojik izolasyondan çıktım ve Jeri ile aynı tesise taşındım. 2 Mart’ta Jeri’nin temiz çıkarak serbest bırakılmasına kadar, komşu odalarda ve ayrı karantinalarımızdan video sohbet ettiğimiz bir hafta oldu. Jeri hiçbir zaman virüsü kapmamıştı. Şimdi evde ve işlettiğimiz radyo istasyonundaki işine geri döndü.
En son testim itibarıyla hala koronavirüse sahibim. Ancak şimdiye dek fazla bir tıbbi bakıma ihtiyaç duymamaktayım. Hemşireler ateşimi günde iki kez kontrol ediyor ve kanımı alıyorlar çünkü bir tedavi bulmak için yürütülen klinik bir çalışmaya katılmayı kabul ettim. Eğer üç gün art arda testim negatif çıkarsa ayrılmam gerekiyor.
"Koronavirüsüm var. Şimdiye kadar o kadar da kötü değil."

Zaman beklediğimden daha hızlı geçti. Laptopumla olabildiğince çok iş yapıyorum. Arkadaşları yakalıyorum. Odamın etrafında dolaşıyorum, her gün 1.000 adım daha atmaya çalışıyorum. Haberleri de izliyorum. Sahip olduğum bir hastalık hakkında herkesin panik olduğunu görmek –yeni konferanslar, borsanın düşüşü, okulların kapanışı- gerçeküstü.
ABD’de 200’den fazla doğrulanmış vaka var, bu sayı yükselecek gibi duruyor ama eğer hepimiz panik olursak bunun kimseye bir faydası olmaz. Hastalık yaşlı insanlar ve sağlıksız kimseler için çok daha ölümcül görünüyor. Ben nispeten şanslıyım: Hala en ağır risk altındaki gruplardan daha gencim ve iyi durumdayım, bu da bana telaşlanmam için daha az neden veriyor. Virüs bulaşan diğerleri bu kadar şanslı olmayacak. En az 7 Diamond Princess yolcusu bu hastalık nedeniyle öldü ve yaklaşık 705 yolcu da buna yakalandı.
Yine de koronavirüsün korkunç bir felaket olması gerekmiyor. Deneyimlerime dayanarak herkesin rahat bir araç/alet olarak iyi bir dijital termometre almasını tavsiye ederim. Böylelikle eğer burunları akmaya başlarsa şüphelerini ve endişelerini giderebilirler.
Ocak ayında evden ayrılırken Mart ayına kadar dönemeyeceğimi söyleseydiniz –bir aydan fazla bir süre hapsolacağımı çünkü pandemi haline gelecek bir şeyin merkezinde yeni bir virüse yakalanacağımı söylemek yerine- bu beni tamamen dehşete düşürürdü. Ama şu anda gerçekleşen bu, ben de anı yaşıyorum.